Ey Şiddet-i Zuhurundan Gizlenmiş(Teşkil Teşekkül İltibası) (4 S Formülü)
Bu yazıda birbiriyle ilgili üç dört bahis beraber mütalaa edilecek ki meseleler daha iyi anlaşılsın.
Şiddet-i Zuhur
Üç ayaklı iki başlı bir çocuk dünyaya gelse mucize diyorlar. Asıl mucize normal bir bebeğin o başdönürücü organları ve sistemleri ile dünyaya gelmiş olmasıdır. Anne karnındaki her anı ayrı bir mucizedir. (13. Söz)
Her an vücuda gelen milyonlarca canlı birer mucizedir.
Her şey binlerce ihtimalden en uygun hal ve keyfiyette bulunuyor. Her şeyde nihayetsiz gayelere ve maslahatlara dikkat görünüyor. İnsan da, bu muhteşem harikulade hadiselere alışkanlık perdesine büründükleri için sıradan nazarıyla bakıyor.
Dikkat-I nazar, teemmül çok önemli. Her zaman karşılaştığımız hadiselerdeki harikuladeliği görmek çok önemli.
Mesela bugün güneş doğmasa ne kadar harikulade bir şey olurdu. Ama yüzelli milyon kilometre uzaktan her an güneş ışıkları gönderiliyor ve hayat bu ışıklarla hayat buluyor. Daha uzak olsa donardık, yakın olsa yanardık.
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş Zat-I Akdes.. Yani görünmesi çok şiddetli olduğu için (Haktan ayan bir nesne yok Gözsüzlere pinhan-saklı- imiş.) gizleniyor. Nasıl ki güneş bütün gökyüzünü kaplasa görünmez, şiddet-i zuhurundan gizlenir.Günde üç öğün yemek yediğimiz zaman yemek nimetine şükrediyoruz ama yemekten daha önemli bir nimet hava nimeti şiddeti zuhurundan gizleniyor, alışkanlıklar perdesine gömülüyor.(Hikmet Pırıltıları M. Kırkıncı)
Öyleyse insana düşen alışkanlıklar perdesini delmek.
- Dikkatle bakmak
- Sıradan görülen şeylerdeki sıradışılığı görmek.
- Nizamı görmek
- Nizamın mükemmeliğini ve hassasiyetini görmek
- Nizamın yeniden yeniye tazelendiğini görmek
- Aynı nizamın mikrodan makroya herşeyi kuşattığını görmek
- Nizam varsa Nazım da vardır demek, yani eserden müessire sanattan sanatkara geçmek.
- Sanatkarın sair esmasını da kainattan okumak ve marifetini artırmak.
Tabiki bu tefekkürden önce esbabın ve tabiatın mahiyetinin anlaşılması, icada kabiliyetlerinin olmadığına tam izan gereklidir. Evet önce Lailahe sonra illalah. Yoksa fikir dağılır, değişik vartalara düşülebilir.. Tam marifete ulaşılamaz.
4 S Formülü
Kainatta görülen sürat-i mutlaka, sehavet-i mutlaka, sühulet-i mutlaka içindeki mükemmel sanat Halik’ın mutlak kudretini, namütenahi ilmini ve sair sonsuz sıfatlarını kör gözlere bile gösteriyor.
Çünkü bir şey hem sonsuz sanatlı olsun hem çok hızlı yapılsın ve çok kolaylıkla ve bollukla yapılsın bunlar santlarının mükemmellik dereceleri nisbetinde sanatkarlarının mükemmelliğini gösterir. Kainattaki harika fiiler arkasında Cenab-ı Hakkın sonsuz esması güneş gibi parlar. İlla ki tabiat ve sebepler perde olmasın. Onların manası anlaşıldığında hakikat çok parlak bir şekilde akılları ve kalpleri aydınlatıyor.
(Evet, görüyoruz ki, bütün yeryüzünde bir vüs'at-i mutlaka içinde bir icad, bir tasarruf, bir faaliyet var. Hem o vüs'at içinde bir sür'at-i mutlaka ile işleniyor. Hem o sür'at ve vüs'atle beraber, teksir-i efradda bir sehâvet-i mutlaka görünüyor. Hem o sehavet ve vüs'at ve sür'atle beraber bir sühulet-i mutlaka görünüyor. Hem o sehâvet ve suhulet ve sür'at ve vüs'atle beraber, herbir nevide, herbir fertte görünen bir intizam-ı mutlak ve gayet mümtaz bir hüsn-ü san'at ve nihayet ihtilât içinde bir imtiyaz-ı etemm ve gayet mebzûliyet içinde gayet kıymettar eserler ve gayet geniş daire içinde tam bir muvafakat ve gayet suhulet içinde gayet san'atkârâne bedîaları icad etmek, bir anda, her yerde, bir tarzda, her fertte bir san'at-ı harika, bir faaliyet-i muciznümâ göstermek, elbette ve elbette öyle bir Zâtın hâtemidir ki, hiçbir yerde olmadığı halde, her yerde hazır, nazırdır. Hiçbir şey Ondan gizlenmediği gibi, hiçbir şey Ona ağır gelmez. Zerrelerle yıldızlar, Onun kudretine nisbeten müsavidirler. 22. Söz 6. Lem’a)
Teşkil Teşekkül İltibası
Sabık beyanatımızda, icad-ı mahlûkatta görünen hadsiz kolaylık, gayet derecede çabukluk, nihayetsiz sür'at-i ef'âl, nihayetsiz suhuletle icad-ı eşyanın sırlarını, hikmetlerini bir derece gösterdik. İşte şu nihayetsiz sür'at ve hadsiz suhuletle vücud-u eşya, ehl-i hidayete şöyle kat'î bir kanaat verir ki:Mahlûkatı icad eden Zâtın kudretine nisbeten Cennetler, baharlar kadar; baharlar, bahçeler kadar; bahçeler, çiçekler kadar kolay gelir. sırrıyla, nev-i beşerin haşir ve neşri, birtek nefsin imâte ve ihyâsı gibi suhuletlidir. Bütün insanları haşirde ihyâ etmek, istirahat için dağılan bir orduyu, bir boru sesiyle toplamak kadar kolaydır.
İşte şu hadsiz sür'at ve nihayetsiz suhulet, bilbedâhe, kudret-i Sâniin kemâline ve herşey Ona nisbeten kolay olduğuna delil-i kat'î ve burhan-ı yakînî olduğu halde, ehl-i dalâletin nazarında Sâniin kudretiyle eşyanın teşkili ve icadı-ki vücub derecesinde suhuletlidir-bin derece muhal olan kendi kendine teşekkül ile iltibasa sebep olmuştur. Yine bazı âdi şeylerin vücuda gelmelerini çok kolay gördükleri için, onların teşkilini, "teşekkül" tevehhüm ediyorlar. Yani, "icad edilmiyorlar, belki kendi kendine vücut buluyorlar." İşte, gel, ahmaklığın nihayetsiz derecâtına bak ki, nihayetsiz bir kudretin delilini, onun ademine delil yapar, nihayetsiz muhalât kapısını açar. Çünkü o halde, Sâni-i Âleme lâzım olan nihayetsiz kudret ve muhit ilim gibi evsâf-ı kemal, her mahlûkun her zerresine verilmek lâzım gelir, tâ kendi kendine teşekkül edebilsin.(20. Mektup)
Yani nizamın Mükemmelliği nazıma perde oluyor. Her şey o kadar harika ki, mükemmel sanatlı şeyler süratle ucuzlukla bollukla milyarlarcası bir anda vücuda geliyorlar ki zahiren vücuda gelmeleri çok kolaymış gibi görünüyor. Tohumları toprağa atıyorsunuz bir anda süratla sühuletle çıkıyor. Sanki kendi kendine oluyor gibi geliyor insana.
Her şey bu düzene boyun eğiyor , işte inhiraf. Boyun eğilen düzen. Her şey bu düzeni yaratana boyun eğiyor. Her şey bu her şeyi düzenli hareket etirene boyun eğiyor. Halik-ı Kainat her şeyin kudretiyle ilmiyle o kadar mükemmel tedbirini görüyor ki gafil insan düzenin mükemmelliğini düzeni yaratana perde yapıyor. (Teşkil teşekkül iltibası) Yaratıcının vücuduna delil olan sanat eserlerini kudretinin ve ilminin her şeyi kuşatmışlığının delili olan her taraftaki hassas düzenin yaratıcının varlığını unutturması. Düzen maddeyi hareket ettirmiyor maddenin hareketinden düzen meydana geliyor. Evet düzen mükemmelliği nisbetinde O’nun sıfatlarını bize tanıttırıyor.
Halikın Ef’ali Mübaşeretsizdir
Vâcibü'l-Vücud, zâtında, mahiyetinde mümkine benzemediği gibi, ef'âlinde de benzemiyor. Çünkü, Vâcibü'l-Vücudun kudretine nisbeten yakın-uzak, az-çok, küçük-büyük, fert-nev'i, cüz-küll aralarında fark yoktur. Ve keza, Onun fiilinde bizzat mübaşeret (temas etme, dokunma)yoktur. Fakat, mümkinin kudreti bu derece değildir. Bunun için nefis, Vâcibü'l-Vücudun ef'âlini fiillerine benzetemiyor. Hakikatini fehmetmekte akıl mütehayyir kalıyor. Fiili fâilsiz zannediyor. (Zerre)
Evet Kadir-I Mutlakın Sanatları beşerin sanatına benzemediği gibi fiilleri de benzemiyor. Bu başdöndürücü hadiseleri gören insan kendi fiillerini bir kıyas olarak kabul ediyor nihetsiz kudreti, ilmi hikmeti aklı almıyor. Hem bir olsun hem kainatın her tarafına yayılan umum icraatı biri birine karışmadan ne kadar atom ve atomaltı parçacıklar varsa onlarla beraber canlılar alemi ve yıldızlar alemi aynı anda fütursuz işlettirsin. Ama Halika vermediği bu sıfatları şuursuz zerrelere veya hareketin ifadesi olan maddeya bağımlı olan hakikivücudu olmayan kör sağır şuursuz kanunlara vermek sapıklığı içine giriyor. Evet bu durumda mevcudatın vücudunu inkar eden sofestailerden daha aşağı derekeye iniyor.
Şiddet-i Zuhur
Üç ayaklı iki başlı bir çocuk dünyaya gelse mucize diyorlar. Asıl mucize normal bir bebeğin o başdönürücü organları ve sistemleri ile dünyaya gelmiş olmasıdır. Anne karnındaki her anı ayrı bir mucizedir. (13. Söz)
Her an vücuda gelen milyonlarca canlı birer mucizedir.
Her şey binlerce ihtimalden en uygun hal ve keyfiyette bulunuyor. Her şeyde nihayetsiz gayelere ve maslahatlara dikkat görünüyor. İnsan da, bu muhteşem harikulade hadiselere alışkanlık perdesine büründükleri için sıradan nazarıyla bakıyor.
Dikkat-I nazar, teemmül çok önemli. Her zaman karşılaştığımız hadiselerdeki harikuladeliği görmek çok önemli.
Mesela bugün güneş doğmasa ne kadar harikulade bir şey olurdu. Ama yüzelli milyon kilometre uzaktan her an güneş ışıkları gönderiliyor ve hayat bu ışıklarla hayat buluyor. Daha uzak olsa donardık, yakın olsa yanardık.
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş Zat-I Akdes.. Yani görünmesi çok şiddetli olduğu için (Haktan ayan bir nesne yok Gözsüzlere pinhan-saklı- imiş.) gizleniyor. Nasıl ki güneş bütün gökyüzünü kaplasa görünmez, şiddet-i zuhurundan gizlenir.Günde üç öğün yemek yediğimiz zaman yemek nimetine şükrediyoruz ama yemekten daha önemli bir nimet hava nimeti şiddeti zuhurundan gizleniyor, alışkanlıklar perdesine gömülüyor.(Hikmet Pırıltıları M. Kırkıncı)
Öyleyse insana düşen alışkanlıklar perdesini delmek.
- Dikkatle bakmak
- Sıradan görülen şeylerdeki sıradışılığı görmek.
- Nizamı görmek
- Nizamın mükemmeliğini ve hassasiyetini görmek
- Nizamın yeniden yeniye tazelendiğini görmek
- Aynı nizamın mikrodan makroya herşeyi kuşattığını görmek
- Nizam varsa Nazım da vardır demek, yani eserden müessire sanattan sanatkara geçmek.
- Sanatkarın sair esmasını da kainattan okumak ve marifetini artırmak.
Tabiki bu tefekkürden önce esbabın ve tabiatın mahiyetinin anlaşılması, icada kabiliyetlerinin olmadığına tam izan gereklidir. Evet önce Lailahe sonra illalah. Yoksa fikir dağılır, değişik vartalara düşülebilir.. Tam marifete ulaşılamaz.
4 S Formülü
Kainatta görülen sürat-i mutlaka, sehavet-i mutlaka, sühulet-i mutlaka içindeki mükemmel sanat Halik’ın mutlak kudretini, namütenahi ilmini ve sair sonsuz sıfatlarını kör gözlere bile gösteriyor.
Çünkü bir şey hem sonsuz sanatlı olsun hem çok hızlı yapılsın ve çok kolaylıkla ve bollukla yapılsın bunlar santlarının mükemmellik dereceleri nisbetinde sanatkarlarının mükemmelliğini gösterir. Kainattaki harika fiiler arkasında Cenab-ı Hakkın sonsuz esması güneş gibi parlar. İlla ki tabiat ve sebepler perde olmasın. Onların manası anlaşıldığında hakikat çok parlak bir şekilde akılları ve kalpleri aydınlatıyor.
(Evet, görüyoruz ki, bütün yeryüzünde bir vüs'at-i mutlaka içinde bir icad, bir tasarruf, bir faaliyet var. Hem o vüs'at içinde bir sür'at-i mutlaka ile işleniyor. Hem o sür'at ve vüs'atle beraber, teksir-i efradda bir sehâvet-i mutlaka görünüyor. Hem o sehavet ve vüs'at ve sür'atle beraber bir sühulet-i mutlaka görünüyor. Hem o sehâvet ve suhulet ve sür'at ve vüs'atle beraber, herbir nevide, herbir fertte görünen bir intizam-ı mutlak ve gayet mümtaz bir hüsn-ü san'at ve nihayet ihtilât içinde bir imtiyaz-ı etemm ve gayet mebzûliyet içinde gayet kıymettar eserler ve gayet geniş daire içinde tam bir muvafakat ve gayet suhulet içinde gayet san'atkârâne bedîaları icad etmek, bir anda, her yerde, bir tarzda, her fertte bir san'at-ı harika, bir faaliyet-i muciznümâ göstermek, elbette ve elbette öyle bir Zâtın hâtemidir ki, hiçbir yerde olmadığı halde, her yerde hazır, nazırdır. Hiçbir şey Ondan gizlenmediği gibi, hiçbir şey Ona ağır gelmez. Zerrelerle yıldızlar, Onun kudretine nisbeten müsavidirler. 22. Söz 6. Lem’a)
Teşkil Teşekkül İltibası
Sabık beyanatımızda, icad-ı mahlûkatta görünen hadsiz kolaylık, gayet derecede çabukluk, nihayetsiz sür'at-i ef'âl, nihayetsiz suhuletle icad-ı eşyanın sırlarını, hikmetlerini bir derece gösterdik. İşte şu nihayetsiz sür'at ve hadsiz suhuletle vücud-u eşya, ehl-i hidayete şöyle kat'î bir kanaat verir ki:Mahlûkatı icad eden Zâtın kudretine nisbeten Cennetler, baharlar kadar; baharlar, bahçeler kadar; bahçeler, çiçekler kadar kolay gelir. sırrıyla, nev-i beşerin haşir ve neşri, birtek nefsin imâte ve ihyâsı gibi suhuletlidir. Bütün insanları haşirde ihyâ etmek, istirahat için dağılan bir orduyu, bir boru sesiyle toplamak kadar kolaydır.
İşte şu hadsiz sür'at ve nihayetsiz suhulet, bilbedâhe, kudret-i Sâniin kemâline ve herşey Ona nisbeten kolay olduğuna delil-i kat'î ve burhan-ı yakînî olduğu halde, ehl-i dalâletin nazarında Sâniin kudretiyle eşyanın teşkili ve icadı-ki vücub derecesinde suhuletlidir-bin derece muhal olan kendi kendine teşekkül ile iltibasa sebep olmuştur. Yine bazı âdi şeylerin vücuda gelmelerini çok kolay gördükleri için, onların teşkilini, "teşekkül" tevehhüm ediyorlar. Yani, "icad edilmiyorlar, belki kendi kendine vücut buluyorlar." İşte, gel, ahmaklığın nihayetsiz derecâtına bak ki, nihayetsiz bir kudretin delilini, onun ademine delil yapar, nihayetsiz muhalât kapısını açar. Çünkü o halde, Sâni-i Âleme lâzım olan nihayetsiz kudret ve muhit ilim gibi evsâf-ı kemal, her mahlûkun her zerresine verilmek lâzım gelir, tâ kendi kendine teşekkül edebilsin.(20. Mektup)
Yani nizamın Mükemmelliği nazıma perde oluyor. Her şey o kadar harika ki, mükemmel sanatlı şeyler süratle ucuzlukla bollukla milyarlarcası bir anda vücuda geliyorlar ki zahiren vücuda gelmeleri çok kolaymış gibi görünüyor. Tohumları toprağa atıyorsunuz bir anda süratla sühuletle çıkıyor. Sanki kendi kendine oluyor gibi geliyor insana.
Her şey bu düzene boyun eğiyor , işte inhiraf. Boyun eğilen düzen. Her şey bu düzeni yaratana boyun eğiyor. Her şey bu her şeyi düzenli hareket etirene boyun eğiyor. Halik-ı Kainat her şeyin kudretiyle ilmiyle o kadar mükemmel tedbirini görüyor ki gafil insan düzenin mükemmelliğini düzeni yaratana perde yapıyor. (Teşkil teşekkül iltibası) Yaratıcının vücuduna delil olan sanat eserlerini kudretinin ve ilminin her şeyi kuşatmışlığının delili olan her taraftaki hassas düzenin yaratıcının varlığını unutturması. Düzen maddeyi hareket ettirmiyor maddenin hareketinden düzen meydana geliyor. Evet düzen mükemmelliği nisbetinde O’nun sıfatlarını bize tanıttırıyor.
Halikın Ef’ali Mübaşeretsizdir
Vâcibü'l-Vücud, zâtında, mahiyetinde mümkine benzemediği gibi, ef'âlinde de benzemiyor. Çünkü, Vâcibü'l-Vücudun kudretine nisbeten yakın-uzak, az-çok, küçük-büyük, fert-nev'i, cüz-küll aralarında fark yoktur. Ve keza, Onun fiilinde bizzat mübaşeret (temas etme, dokunma)yoktur. Fakat, mümkinin kudreti bu derece değildir. Bunun için nefis, Vâcibü'l-Vücudun ef'âlini fiillerine benzetemiyor. Hakikatini fehmetmekte akıl mütehayyir kalıyor. Fiili fâilsiz zannediyor. (Zerre)
Evet Kadir-I Mutlakın Sanatları beşerin sanatına benzemediği gibi fiilleri de benzemiyor. Bu başdöndürücü hadiseleri gören insan kendi fiillerini bir kıyas olarak kabul ediyor nihetsiz kudreti, ilmi hikmeti aklı almıyor. Hem bir olsun hem kainatın her tarafına yayılan umum icraatı biri birine karışmadan ne kadar atom ve atomaltı parçacıklar varsa onlarla beraber canlılar alemi ve yıldızlar alemi aynı anda fütursuz işlettirsin. Ama Halika vermediği bu sıfatları şuursuz zerrelere veya hareketin ifadesi olan maddeya bağımlı olan hakikivücudu olmayan kör sağır şuursuz kanunlara vermek sapıklığı içine giriyor. Evet bu durumda mevcudatın vücudunu inkar eden sofestailerden daha aşağı derekeye iniyor.
0 Comments:
Post a Comment
<< Home