Risale-i Nur'dan Dersler

Monday, December 12, 2005

KULLUK İÇİN MARİFET MARİFET İÇİN KULLUK(1)

Bu yazıda Bediüzzaman’ın insanın esmaya dolayısıyla marifetullaha -yine kendinden yola çıkarak- ulaşması ve bu bağlamda kulluğunun marifetine katkısı üzerinde durulacak.

Önce ibadet ve marifet ile ilgili şu iki ifadeyi göz önüne alalım.

-Cenab-ı Hak esmasıyla ma’ruf, sıfatlarıyla muhit, zatıyla da mevcud-u meçhuldür. (Marifete Esma-i İlahi yolu ile ulaşılıyor)

-İbadetin manası, Dergâh-ı İlâhîde abdin kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemâl-i Rububiyetin ve kudret-i Samedâniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmesidir. (Bu da kulluğun tanımı)

Şimdi bu iki tanımlamadan yoa çıkarak mevzuyu inceleyelim.


33. Söz’ün 31. Penceresinde Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyuruyor: İnsan, üç cihetle esmâ-i İlâhiyeye bir aynadır.
Birinci vecih: Gecede zulümat nasıl nuru gösterir. Öyle de, insan, zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks ve kusuruyla bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini, kuvvetini, gınâsını, rahmetini bildiriyor, ve hâkezâ, pek çok evsâf-ı İlâhiyeye bu suretle aynadarlık ediyor. Hattâ hadsiz aczinde ve nihayetsiz zaafında, hadsiz a'dâsına karşı bir nokta-i istinad aramakla, vicdanı daima Vâcibü'l-Vücuda bakar. Hem nihayetsiz fakrında, nihayetsiz hâcâtı içinde, nihayetsiz maksatlara karşı bir nokta-i istimdad aramaya mecbur olduğundan, vicdan daima o noktadan bir Ganiyy-i Rahîmin dergâhına dayanır. Dua ile el açar. Demek her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdad cihetinde iki küçük pencere, Kadîr-i Rahîmin bârgâh-ı rahmetine açılır, her vakit onunla bakabilir.
İkinci vecih aynadarlık ise: İnsana verilen nümuneler nev'inden cüz'î ilim, kudret, basar, sem', mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz'iyatla, Kâinat Mâlikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem'ine, hâkimiyet-i rububiyetine aynadarlık eder, onları anlar, bildirir. Meselâ, "Ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum. Öyle de, şu koca kâinat sarayının bir ustası var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder," ve hâkezâ...
Üçüncü vecih aynadarlık ise: İnsan, üstünde nakışları görünen esmâ-i İlâhiyeye aynadarlık eder. Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfının başında bir nebze izah edilen insanın mahiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyade esmâ vardır. Meselâ, yaratılışından Sâni, Hâlık ismini ve hüsn-ü takviminden Rahmân ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerîm, Lâtif isimlerini, ve hâkezâ, bütün âzâ ve âlâtıyla, cihazat ve cevahiriyle, letâif ve mâneviyâtıyla, havas ve hissiyatıyla ayrı ayrı esmânın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek nasıl esmâda bir İsm-i Âzam var; öyle de, o esmânın nukuşunda dahi bir nakş-ı âzam var ki, o da insandır. Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var.

Bizim burada ortaya koyacacağımız ibadetin bu üç vecih ayinedarlığıkla ilişkilerini incelemek olacak..

Birinci Vecih ayinedarlık insanın aczini, fakrini, zaafını ve kusurunu idrakiyle mümkündür..İlmi idrakin fiili idraki desteklemesi ile tam idrak elde edilebilir. Evet tam bir kulluk ile insan aczini ve fakrini hissedebilir. Yoksa aczini idrak eden vicdan Kadir-i mutlaka yönelir de insan kavli ve fiili duası ile kulluk yapmazsa ikilem içerisinde kalır. Ve marifet şuaları tam tele’lü etmez..

Vicdan noktai istinad ile ve nokta-i istimdat ile nihayetsiz acz ve fakr yarasının ilacı olan kulluğa yönelirken, bir Kadir-i Mutlak’a Bir Rahim-i Mutlaka yönelirken insan kulluğu terkederse aczini ve fakrini görmeyip Kendini aldatırsa Marifete ulaşamaz. Eğer anahtar ile kilitin uyumu gibi vicdanın Kadiri Mutlaka, Rahim-i Mutlaka yönelmesine fiiliyle tasdik ederse marifet yolu aydınlanır..
Evet marifet insanın aczini anlamasına ve ikrarına bunu kavli ve fiili ile göstermesine bağlıdır. Bunun adı da zaten kulluktur. Bu ayinedarlıktan haberi olsun olmasın insan ayinedir. Acizdir ama güneşler emride, fakirdir ama kainat hizmetinde. Demek bir Kadir-i Mutlakın emriyle nimetleniyor. İşte kulluk yapan insan kendine yakışanı yapıyor. Ama gururlanan ve insanlığının manasından haberdar olmayan kulluğu terkeden insan da hatta hayvanları da güldürecek bir halde yaşıyor. İnsan aczini, fakrini ve kusurunu idrak ettiği derecede O’nun Kudretine ayinedadır.. Bu noktada zirveleri yakalamak çok önemlidir.. Tam rezonans olmak tam idrak ancak kullukla olabilir. Fiili, düşüncelerini reddederse yaşadığı gibi düşünmesi kaçınılmazdır.. Aslolan kulluğun deme damara kadar işleyip marifetin hakkalyakinine ulaşmaktır.. Eğer fiilen ve amelen kulluk yapmazsa aczini idrak etse bile ilmel yakinin ancak birinci basamağından öteye geçemez ve bu duruş tehlikeli bir duruştur. Kayma noktasına çok yakın bir mevkidir.

İkinci Vecih Ayinedarlık ise insanın kendi cüzi fiilllerinin Cenab-ı Hakk’ın Külli fiillerini anlama noktasında bir kıyas aleti olarak kullanılmasıdır.

Kıyas çok önemlidir, ilmin bir aletidir. İnsan bilmediklerini bildiklerine kıyas ederek tarif eder. Mesela fili tarif ederken burnu hortum gibi kulağı yelpaze gibi bacağı sütun gibi dersiniz.. Veya boyutlarını rakamlarla ifade edersiniz. Rengi için bir referans kullanırsınız. Fakat Vacib-ul Vücud-un vucudu mümkine-yaratılmışlara- benzemediği gibi fiiilleri ve fiilerinin dayandığı isimleri de mümkine benzemez, namütenahidir. El Acz-u anil idrak-u idrakun sozunu soyleyen ancak idrak etmenin yolundadır.

Ve kıyasta vartalar vardır.. Vacib mümküne kıyas edildiğinde bazı sapıklıklar doğabilir. O yanlış kıyas ile Cenab-ı Hakkın hem bir olup hem kainat çapındaki işleri idaresi ve her şeye şah damarından yakın olması anlaşılamaz.. O’nun sıfatları nuranidir.

Halikın efalinin mübaşeretsiz olduğunu idrak edememenin sonunda Halik’ı inkar vardır.İnsanoğlu bir şeyi yaparken illla dokunarak yapar. Hem HAlik-ı kainat bir olacak hem umum kainatın aynı anda futursuz tedbirini görecek.. Vâcibü'l-Vücud, zâtında, mahiyetinde mümkine benzemediği gibi, ef'âlinde de benzemiyor. Çünkü, Vâcibü'l-Vücudun kudretine nisbeten yakın-uzak, az-çok, küçük-büyük, fert-nev'i, cüz-küll aralarında fark yoktur. Ve keza, Onun fiilinde bizzat mübaşeret yoktur. Fakat, mümkinin kudreti bu derece değildir. Bunun için nefis, Vâcibü'l-Vücudun ef'âlini fiillerine benzetemiyor. Hakikatini fehmetmekte akıl mütehayyir kalıyor. Fiili fâilsiz zannediyor.

Bir başka yanlış kıyastan O’nun Kainat-ı yaratmasını bir ihtiyaca bağlama çıkabilir. Çünkü biz her şeyi bir ihtiyaçtan dolayı yaparız. Bu da insanı sapıklığa götürebilir.

Bediüzzamanın ifadesiyle Cenab-ı Hakka malum ünvanı ile bakarsan münker olur. Yani O da bilinebilir nasıl ki mevcudat bilinebiliyorsa.. derse insan O’nu inkara adım atmış olur..

Doğru kıyas çok önemlidir.. Bir eczacı olarak nasıl şu eczahanedeki ilaçları yapıyorsam Halık da şu eczahane-i kübradaki mükemmel ilaçları yapıyor deyip, kendi cüzi sınırlı sıfatlarımızı basamak yapıp Cenab-ı Hakkın namütenahi sıfatlarını anlamak doğru kıyas demektir. Burada kendi cüz-i fiillleriyle Cenab-ı Hakkın Külli fiillerini kıyaslama vardır. Ama bunun da bir usulü vardır. Önce bir sınır çizecek insan..Mesela malikiyeti idrak noktasında diyecek ki şurdan şurasına ben malikim. Malikiyetin ne olduğunu anlayacak önce.. Sonra kainattaki hakiki malikiyeti anlayacak bu cüzi malikiyetiyle Kainattaki büyük malikiyeti kıyaslayarak.. Sonra kendinin de bu malikiyetin bir parçası olduğunu idrak edip kendi cüzi malikiyetinin Külli malikiyeti anlamak için verilmiş olduğunu idrak ile çizdiği sınırı kaldıracak..Bu şekilde kendi ilmi hikmeti ve kudreti ile Saniin Sonsuz İlim, Hikmet ve Kudretine ayinedarlık yaptığını anlar.. Enenin bu vazifeyi yapması onun kulluğunu takınmasıyla mümkündür. Yani bu çizgiyi silmesi kullukla olur. Kendi aczini ve fakrini kusurunu idrak eden insan bu çizgiyi siler ve Kainatın Sahibinin Esma ve sıfatlarının nurani gölgesine sığınır. Yok eğer kulluğunu idrakten uzaklaşır, kendine verilen Rububiyetin mevhum olduğunu anlamazsa, verilen sıfatların O’nun sıfatlarını anlamak için verildiğini anlamazsa ve kendisine vücut verirse, yani bizatihi kaim olduğunu düşünürse, ilmine kudretine güvenirse, kendine malik olduğunu zannederse, her şey de kendine maliktir diyecektir. Bu noktada kainattan gelen marifet şuaları –yani nizam, intizam, hikmet, adalet, birlik, beraberlik delilleri- o ene karadeliğinde kaybolacak, yani afaktaki delillerin enfüste tasdikçisini görmediğinden her şeyin O’nun esmasının ayinası olduğu hakikatinden uzaklaşacaktır. Ben kendime malikim diyecek. Adeta bir firavn olacak. Her şey kendine malik. Eşyayı da sebepler yapıyor diyecek. Ve marifet yolundan sapıp dalalet çukurlarına düşecek.

Üçüncü vecih ayinedarlıkta Esma-i ilahinin bir halitası olan insanın kainat kütüphanesindeki diğer kitapların bir fihristesi olarak Esmanın bir nakş-ı azamı olarak arz-ı endam etmesi ve bu şekilde kendini okuması ve okutturması ifade ediliyor.

23. Sözde denildiği gibi iman bir intisaptır. İman ile insan üzerinde tecelli eden nakışları okutur. Mü’min şuur ile okur ve o intisapla okutur deniliyor. Antika bir sanat demirciler çarşısında sadece demiri itibariyle kıymet görürken sanatkarına nisbet edilerek satılırsa kıymeti birden bine çıkar. Cenab-ı Hakk’ın masnuuyum diyen insanın kıymeti kendinde tecelli eden esmaya göre olur. Kıymeti kendinden değildir. Eğer o nisbet kesilire üstündeki manidar nakışlar okunmaz. Sani unutulsa Sania müteveccih manevi yönler anlaşılmaz. Kıymeti sadece et ve kemik olarak kalır. Ayinedarlığı gizlenir.

Evet bir mü’mini yakarış içinde gören bir insan, artık o mü’mini nerede görürse görsün yakarış halindeki tablo karşısındadır. Ve o mümin görünmesiyle Rabbini hatırlatır, intisabını gösterir.. Fiil ve davranışlar rızası istikametinde olduğu sürece ne nisbette mü’min O’nu hatırlatır. Kulluğu nisbetinde fiil ve davranışlar kemale erer. Kulluğu nisbetinde Rabbini hatırlatır. En büyük kullar peygamberlerdir ve Peygamberler Sultanı Hz. Muhammed Mustafadı(asm) O’na en büyük kulluğu yapan en büyük ayinedardır. İman bir intisaptır. Kullluk ta o intisabın görüntüsüdür. O intisapla nakışlar okunur yani marifete ulaşılır..

0 Comments:

Post a Comment

<< Home